19 Haziran 2014 Perşembe

UMUDUNU KAYBETME !


Belki bir film ilham verir bize , ya da duyduğumuz bir kaç kelimelik bir cümle..
Ama önemli olan ; en tükenmiş olduğunuzu düşündüğünüz zamanlarda gelecek olan o ışığı farkedebilecek kadar güçlü olmanızdır...
Hayat uzun , her zaman mükemmel günler yaşamamız pek olası değil...
Bir çok şey gelebilir başımıza bizi üzen , çıkmazda hissettiren , çaresizliği tek seçenek olarak gösteren..
Ama mesele ne biliyor musunuz ?
Mesele ; işte böyle zamanlarda güçlü olabilmek , olumlu irade göstereceğimiz böyle zayıf anlarımızda düşüncelerimize - hislerimize hakimiyet kurabilmek...
Yok sa siz , kendisine acıyıp , birilerinin sizi kurtarmasını beklemeyi tercih edenlerden olmayı mı seçerdiniz ???
Ya da güçlü kalmayı başarıp - tek çözümün kendinize olan inancınız ışığında geleceğini bilenlerden mi ???

İŞTE TÜM BUNLARA ÖRNEK NİTELİĞİNDE BİR FİLM ; UMUDUNU KAYBETME.

Konusu :"San Francisco'da karısı Linda ve oğlu Christopher yaşayan Chris Gardner, 1981 yılında pahalı ve çabuk demode olan bir teknoloji olan kemik tarayıcı ürünlerinin satışını üstlenir. Bu ürünlerin satışında başarı sağlayamaması üzerine karısı Linda tarafından terk edilir.
Maddi kazanç sağlamak için değişik alanlara yönelen Gardner Dean Witter'dan bir yönetici ile tanışır ve bir Rubik Küpü'nü çözerek onu etkiler. Tanıştığı yeni kişi sayesinde borsada sarraf olabilmek adına bir şans yakalar. Dean Witter'da stajyer olur ve ücret almasa da programın sonunda iş ve parlak bir gelecek elde edeceğini umarak kabul eder. Parasal güvencesi olmayan Chris ve oğlu, kısa süre sonra oturdukları daireden çıkartılırlar ve düşkünler evi, otobüs durağı, tuvalet gibi geceyi geçirmek için bulabildikleri her yerde kalırlar.
Chris, babalık görevini sevgi ve özenle yerine getirmeye devam eder. Oğlunun da kendisine karşı duyduğu sevgi ve güveni karşısına çıkan engelleri aşmak için kullanır."
Oldukça duygusal bir film ,
Öncelikle bunu belirtmeliyim..
Öyle sahneler var ki içinde ; benim gibi duygusal olmayan birinin bile gözlerini yaşartıyor ise , ağlamanızın çok çok muhtemel olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim..
Film aslında öyle içimizden bir olayı anlatıyor ki , insanın ailesi için çırpınışı , güçlü kalmaya çalışması ve bir babanın küçük oğluna bakabilmesi için yapamayacağı şeyin olmayışı...
Bir evrensel mücadele anlatılıyor işte bu filmde ; bizim mücadelemiz...
Hepimizin hayatta kalabilmek için ortak amacı,geçebilme ihtimalimizin her daim var olduğu ihtimal durumlar..
Ve bir insan gerçekten isterse , nasıl oyunun berbat elini ; kendi lehine çevirebileceği...
İzlemediyseniz eğer ; mutlaka izleyin..
Mevcut şartlarınıza şükredecek ; hayata bakışınızı sorgulacaksınız...






Umudunu Kaybetme
The Pursuit of Happyness

Filmin Türkiye'de kullanılan afişi.
YönetmenGabriele Muccino
YapımcıTodd Black
Jason Blumenthal
James Lassiter
Will Smith
Steve Tisch
SenaristSteven Conrad
UyarlamaHughes Winborne
OyuncularWill Smith
Jaden Smith
Thandie Newton
Brian Howe
Dan Castellaneta
MüzikAndrea Guerra
Görüntü yönetmeniPhedon Papamichael
StüdyoRelativity Media
Overbrook Entertainment
Escape Artists
DağıtıcıColumbia Pictures
CinsiSinema filmi
TürüDramabiyografi
RenkRenkli
Çıkış tarih(ler)i15 Aralık 2006 (7 yıl, 185 gün önce)
Süre117 dakika
ÜlkeABD
Dilİngilizce
Bütçe55.000.000$
Hasılat307.077.295$

18 Haziran 2014 Çarşamba

BEN SENİ OKUMA OLASILIĞIMI SEVMİŞTİM --- OLASILIKSIZ..

Kitap okumayı hızlandırdığım dönemlerdeydi..
Kişisel gelişim kitapları ve bir kaç aşk romanından sonra biraz daha beni düşünmeye itebilecek - kurgusu iyi bir kitap okuma isteminden doğan bir karar ile almıştım Olasılıksız'ı ...
Zaten biliyorsunuzdur , bir şey almadan önce mutlaka araştırırım...
Haliyle zaten halihazırda almaya ve okumaya karar vermiştim ;  gerek çok iyi bir ilk roman yakıştırmaları , gerekse popüleritesi gerekçeleriyle ...

Gelelim  kitaba ;  gerçekten kurgu ve olay örgüsü olarak çok çok güzel...
Yapılan yorumların çok dışına çıkıp yazara haksızlık etmek istemem ama içeriği ne kadar güzel ise , anlatım hızı o kadar kötüydü..
Genellikle kitabı alıp-bitirme sürecim 1 hafta ila 10 gün arasında değişirken Olasılıksız'ı aldıktan 10 gün sonrasında kitabın henüz yarısını bile okuyamamıştım..
Ama bu %50 'lik oran her ne kadar yavaş ilerlese de bana bir çok konuda ışık tutan bilgiler verdi..
Mesela kitabın ana karakterinin karşı karşıya kaldığı sorun ; şizofreni...
Bu hastalık hakkında kulaktan dolma bilgilerden çok daha fazlasını öğrenme gereği duydum bu kitap sayesinde..

Her ne kadar başlayıp - sonunu getiremediğim nadir romanlar arasına girse de kesinlikle bu daha musait olduğum bir zamanda okumayacağım anlamına gelmiyor..
Her şeye rağmen şu da bir gerçek ki ; çoğunluğun övgüler yağdırdığı kitabı koşulsuz kabullenmek ve iyi sonuç alacağına inanmak artık yapmaktan vazgeçmem gereken alışkanlıklarımdan biri olmuş , bu kitap sayesinde bunun da farkına varmış oldum..
Kısaca ; kitaplığımda okunamayanlar yerini almış sevgili kitapçığımm OLASILIKSIZ ;
 BEN SENİ DEĞİL ; SENİ OKUMA OLASILIĞINI SEVMİŞTİM ...!

OlasılıkSız
Olasılıksız.jpg
YazarıAdam Fawer
ÇevirmenŞirin Okyayuz Yener
DiliTürkçe
TürüRoman
YayıneviApril Yayıncılık
Sayfa sayısı472
ISBNISBN 9756006056
Sonraki eserEmpati (roman)
Kitabın arkasından,
Bir sabah, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız. Bir saat sonra, onunla sokakta karşılaştınız. Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa çok daha farklı bir anlamı olabilir mi?
 Siz hiç Loto’da büyük ikramiyeyi kazanmadınız. Ama birileri kazanıyor. Hem de sürekli! Onlar sizden daha mı şanslılar?Şans nedir gerçekten? İçinizde bütün parayı kırmızıya yatırmanız gerektiğini söyleyen bir his var. Bu his bir öngörü müdür? Yoksa daha fazlası mı?Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parkta baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; Geçmiş mi, rüya mi yoksa geleceği mi görüyorsunuz? Eğer siz de kontrolün kimde olduğunu merak ediyorsanız, ‘OlasılıkSız’ tam size göre bir roman…
VE BİR KAÇ ALINTI ...
Şizofren nasıl bir şey?" diye sordu Caine tedirgin şekilde. Kardeşine bunu daha önce hiç sormadığını düşündü bir yandan da. "Nasıl hissediyor insan kendini?"
Jasper omuz silkti. "Hiçbir şey oluyormuş gibi hissetmiyorsun. Yanılsamalar gerçek gibi. Doğal hatta olması gerektiği gibi. Sanki hükümetin düşüncelerini okumaya çalışması dünyanın en mantıklı ve doğal şeyiymiş gibi geliyor, ya da en yakın dosyunun seni öldürmesi falan." Bir an sustu kaldı. "Bu yüzden çok korkutucu."
Adam Fawer,  Olasılıksız(Sf.61)


"Satranç hayat gibidir David," demişti babası. "Her parçanın kendi işlevi vardır. Bazıları zayıftır, bazıları ise güçlü. Bazıları oyunun başında işe yarar, bazılarysa sonunda. Ama kazanmak için hepsini kullanmak zorundasın. Aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz. On parçanı kaybedip, yine de kazanabilirsin oyunu. Satrancın güzelliği budur işte. İşler her an tersine dönebilir. Kazanmak için yapman gereken tek şey tahtanın üzerindeki olası hamleleri ve anlamlarını iyi bilmek ve karşındakinin ne yapacağını kestirebilmek."
Adam Fawer,  Olasılıksız(Sf.108)


Daha önce hiç silah kullanmamıştı, ama bu onu endişelendirmiyordu. Resim çekmek gibiydi bu iş. Odakla ve bas. Aralarındaki tek fark, bir Nikon kamera 9 milimetrelik bir Lorcin L gibi tepmezdi.
Adam Fawer,  Olasılıksız(Sf.101)

17 Haziran 2014 Salı

DÜNYA’NIN ÇATISI:TİBET

Bloğumda alıntılara yer vermekten hoşlanmıyor ve vermemeye de çaba sarfediyorsam da ; her konu hakkında fikir sahibi olup - bunu yorumlamanın mümkün olamayacağından dolayı çok beğendiğim bir seyahat alıntısını sizlerle paylaşmak istedim..
Özellikle benim gibi doğu-uzak doğu hakkında neredeyse 'hiç'denilebilecek kadar az bilgiye sahip olanlar için gelsin..Bilinmek üzere hali hazırda önümüze serilmiş ne kadar da çok bilgi var değil mi??
İyi okumalar dilerim..
"Ağrı Dağı’nı saymazsak ülkemizdeki onca dağın hiç birinin yüksekliği Tibet Platosu’nda yaşayan insanların bulunduğu yüksekliğe erişemiyor. Bu da şu anlama geliyor: Dünya’da en az oksijen kullanan insanlar Tibetliler.  Diğer bir deyişle yeryüzünde güneşe en yakın ülke Tibet.
Tibet deyince ilk akla dünyanın en yüksek sıradağları olan Himalayalar ve onunda en yüksek yeri olan ve adeta troposferi delip geçen Everest geliyor. Ancak yerkürenin bu en yüksek ülkesini sadece bu özelliği ile sınırlamak pek doğru olmaz. Bordo elbiseli ve kısa saçlı Budist rahipleri ve onların yaşadığı devasa ve bir o kadar da mistik özelliklerle süslü saray ve manastırları, 40 yılı aşkın bir süredir Çin’in baskısı altında yaşam mücadelesi veren iki milyon Tibetli ile sürgündeki Tibet hükümetinin tüm dünyada tanınan ve günümüzde Budizm’in en büyük rehberi olan Dalay Lama ile de adını sık duyuran bir ülke Tibet.  Bütün bunlara rağmen son on yılda  ülkenin adını dünyaya en yaygın şekilde duyuran olay  Brad Pitt’in başrolünü oynadığı “Tibet’te Yedi Yıl” filmi oldu. Benim Tibet ismiyle tanışmam ise; tek kanallı siyah beyaz televizyonların bile zor seyredildiği bir dönemde atlaslarda ülke bulma oyunu oynarken başlamıştı. 2000 yılında Nepal’e gittiğimde bu ülkeye geçmek için akla karayı seçmiş ancak Çin hükümetinden Tibet vizesi almayı başaramamıştım. Bu defa işimi şansa bırakmayıp Nepal’den Tibet’e grup götüren bir tur’a yazılınca vizeyi cebe koydum. İstanbul’dan başlayıp karayoluyla İran’ı, Pakistan’ı, Hindistan’ı ve Nepal’i gezdikten sonra Katmandu’dan ayarladığımız bir Tibetli acentenin desteğiyle dağlar bayırlar, virajlı yollardan geçerek Nepal ile Tibet sınırını birbirinden ayıran  Kodari Sınır Kapısı’na geldik.
Ertesi gün sınırın Tibet tarafında bekleyen rehberimizin bizi karşılamasıyla Tibet topraklarına girdik. Aslında Tibetliler köken olarak Moğol ırkından geliyor. Kubilay ve Cengiz Han dönemlerinde bu bölgeleri ele geçirdiklerinde yüksek platolarda hayvancılık yapmaya alışmış olan insanlar gelip bu bölgeye yerleşmişler. Fakat sonraki yüzyıllarda Çinliler yeniden güçlenince uzun süre buraları hakimiyetleri altına almışlar. Geçtiğimiz yüzyılın  başlarında İngilizler’inde desteğiyle bağımsız bir Tibet devleti kurulmuş. II.Dünya Savaşı iki kutuplu bir dünya düzeni oluşturunca Sovyetler’inde desteğini alan Çin, oldu bittiye getirerek 1959 yılına Tibet’i işgale başlamış. Bunun üzerine dönemin Hindistan başbakanı Nehru‘nun daveti üzerine Dalay Lama ile birlikte yaklaşık 80.000 Tibetli Hindistan’a geçiş yapmış ve buradan Hindistan’ın değişik yerlerine, Nepal, Bhutan ve dünyanın diğer ülkelerine mülteci olarak yerleşmişler. Dalay Lama, ve birçok Tibetli  Budist rahip ve  devlet adamı bugün Hindistan sınırları içinde yer alan Dharamsala‘da bulunuyor ve sürgün Tibet hükümeti olarak varlığını sürdürüyor.
Dünya’da en çok taraftarı bulana inanç ve öğreti olan Budizm’in iki kolu bulunuyor. Bunlardan birinin merkezi Tayland, diğeri ise Tibet’tir. Tibet Budizmi, kimi yerlerde Lamaizm olarak da adlandırılıyor. Tibetçe Lama (= öğretmen) dan doğan bu kelime, aynı zamanda bir unvan olarak da kullanılıyor.
Tibet Budizmi’nin tatbik edilen şeklinde, Buda Dharma‘nın öğrenilmesi, ahlâkî öğütler, nefisle mücadele ve meditasyon gibi içe bakış yöntemleri önemli yer tutuyor. Budistler, Nirvana olarak bilinen aydınlanmanın tüm canlıların nihaî kurtuluşu olduğunu düşünüyor.
Sınırdan içeriye girdiğimiz anda kendimizi Tibet’te değil Çin’de hissettik. Sınır kenti olan  Zhangmu’da Çinden gelmiş sınır görevlileri ve onların ailelerinden başka yaşayan kimse yok.Dört çekerlerle kendimizi Himalayalar’ın sırtlarına vurup  3750’mt’deki Nyalam kentine vardığımızda bir önceki sınır kasabasının aksine bu defa Çinliler yok oldu ve ortalık Tibetli yerlilerle doldu da derin bir nefes aldık. Dünya’nın çatısının kuzey tarafına doğru geçtiğimiz için Muson Asyası gerimizde kaldı ve yeşil alanlar sona erip çorak topraklarla karşılaşmaya başladık. Yüksek irtifa hastalığına karşı tedbir olması için geceyi bu kentte geçirdik.
Ertesi gün dünyanın en yüksek platosunda ilerleyerek ortalama 4000 metrenin üzerinde bir seviyelerde hayvancılık yapan köylülerin arasından geçerek 5120 metre yüksekliğindeki Tong-la geçidine ulaştık. Budist dua bayraklarıyla dolu bu geçitte müthiş bir rüzgar vardı ve hepimizi adeta yerimizden söküyordu. Vakit kaybetmeden bu özerk ülkenin iç kısımlarına doğru hızla yol alarak akşam üzeri 4100 metredeki Tingri kentine ulaştık.
Dağlardaki göçebe halkın ana yemeği güttükleri hayvanlar ve sapmadan oluşuyor. Akşam yemeğini zor doğa koşullarında en iyi yetişen ve ana besin kaynakları olan kavrulmuş arpa unu, sıcak su, tuz ve yak tereyağından yapılma yemekle ve çayla yaptık. Bu bölgede tüm meydan ve sokaklarda, dükkan önlerinde öbek öbek çay içen Tibetliyi görmek şaşırtıcı değil. Kırsal kesimlerde yasayan çiftçilerin bir diğer yaşam kaynağı ise bu soğuk ve dağlık bölgeye en iyi uyum sağlamış olan Yak hayvanı. Bu hayvanın eti, sütü, yağı derisi, yünü ve hatta çeşitli eşya yapılan kemiklerinden bile yararlanılıyor. Orman ve ağaçtan yoksun oldukları için tüm kırsal kesim halkı ısınmalarını yak tezeğiyle sağlıyorlar.
Ertesi gün başkent Lhasa yolundan sağa saparak kendimizi Himalayalar’ın tam kalbi olan ve yerlilerin Çamalongma dedikleri (Ana Tanrıça) Everst’e doğru vurduk. 5200 metre yükseğe çıktığımızda Everest’e gelen dağcıların tırmanmadan önce mutlaka rahiplerinden hayır duaları aldıkları ünlü Rongbuk Tapınağı’na ulaştık. Erkenden ana kampa ulaşmayı düşünüyorduk ki; gece yüksek irtifa hastalığına yakalanan bazı arkadaşımızın yaşadığı problem nedeniyle Nepal tarafını denemek amacıyla hızlı bir şekilde düşük irtifalara inmeye başladık. Bizim gibi deniz seviyesinde yaşayan insanlar için bu yükseltiler çok ciddi tehlikeler oluştururken, Himalayalar’ın eteklerinde yaşayan ve özellikle yüksek irtifaya alışmış olan şerpaların hem de bu yükseklikte maraton koşabiliyor olmaları çok takdire şayan bir durum doğrusu.
Bu coğrafyalarda bırakın ekonomik faaliyette bulunmayı, nefes almanın bile çok zor olduğu bir ülkede bu insanların tüm bu olumsuz koşullara rağmen hayata sımsıkı sarılmaları ve yüzlerinden gülümsemelerin eksik olmamaları onlara duyulan saygıyı hak ettiklerinin en önemli göstergesi olsa gerek. "
HİMALAYA DAĞLARI

EVEREST-LHOTSE-MAKALU

Rongbuk Tapınağı

ŞERPALAR

BUDA TAPINAĞI

YAK HAYVANI

LONDRA'DA GEZİLECEK / GÖRÜLECEK YERLER..

Bir seyahate çıkmadan önce planlama yapılmasından yanayımdır..Hele ki gideceğiniz yer yurt dışı ise..Gelecek planlamalarımın başında yer alan Londra Seyahatini henüz gitmeden planlamaya karar verdim ve sonrasında bana hatırlatma kaynağı olmasını istediğim için sizlerle de paylaşmak istedim.Umarım hepimiz görmek istediğimiz yerleri bir an önce görebilirizzzz :):))

1- Buckingham Palace

 2-London Eye


7-Imperial War Museum

8-London Dungeon

9-National Gallery

10-Madame Tussauds

11-Science Museum

13-British Museum

14-Victoria & Albert Museum

15-National Portraid Gallery

16-Tate Modern

17-Tate Britain

18-Hyde Park

19-Portabella Road Market

20-Richmond Park

21-Oxford Street

22- Regent Street

23- Carnaby Street

24-Camden Town

25-Greenwich

26-Brick Lane

27-Harrods

28-National Maritime Museum

29-SEA LIFE London Aquarium

30-Thames Cruises

31-Westminster Abbey

32-London Zoo

33-Canary Wharf

34-Royal Albert Hall

35-Warner bros studio-Harry Potter


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...